Hüzün uzaklara ait olup yakınlara hapsolmaktır …

Nikotin tadında birşey bu..
 Hüzün uzaklara ait olup yakınlara hapsolmaktır …”

Hüzne alışık gönüller daha dayanıklı …

Bunu biliyorum… Hayata hep göz yaşı penceresinden bakmak. Acıyı saklamak ve onu mukaddes bir emanet gibi taşımak asilce…

“Ardımda yangın bir şehir var… yıkıntıların üstünde hala dumanların tüttüğü…

 

Köşe başlarında yaralı ve gönlü yaralı insanların dalıp dalıp gittiği sokak aralarında şaşkın kedilerin dolaştığı yangın yeri bir şehir… Dönüp bakıyorum. Sırtımda alevlerin sıcaklığı hala… Gözyaşı kaynağım kurumuş… Gözyaşım yollarımda sararmış otlar… Gözlerim ufukta …

Kaçıp giden rüzgarı yangın büyüten o rüzgarı ve geciken yağmuru arıyorum”

Hüzün…

Acının çiçeği.

Acı ve acılar onlara esir olmak yerine oynaşmayı tercih edenleri heykeltıraş gibi biçimlendiriyor.

Acılarla oynaşmak.

 

Hüzün uzakların çağrısıdır…

Her gün yüzlerce binlerce defa yollara düşerde düşüncelerimiz bedenin hapistir ve kaçıp kurtulamazsın.

Hüzün uzakların çağrısıdır.

Gidemezsin.

 

Hüzün kaçıp giden son trenin ardından bakakalmaktır gece yarıları garlarda.

Hüzün üşümektir gecenin bir vakti sizi aramak için çırpınan karanlık dalgalara ve şehrin ışıklarıyla oynaşan yakamozlara cevapsız kalırken…

 

Hüzün ağlayamamaktır…

 

Ağlamak için çırpınırken ağlayamamaktır…

 

Hüzün aşksatmaktırduvarlara…

 

Hüzün aşkta boğulmaktır ve kimsenin anlamamasıdır feryatlarımızı…

Hüzün içten içe yanarken üşümek ve ürpermektir…

Hüzün yalnızlıktır…

 

Yalnızlıksa soylu bir duygu kristal kadehle sunulmuş.

Ve alışkanlık yapar…

Hüzün uzaklara ait olup yakınlara hapsolmaktır …”

(alıntı)
 

Yorum bırakın