Her insandan geriye kalan birşeyler vardır.Herkes pişmandır hayatta.Peki sizin pişmanlığınız hangisi?


Her insandan geriye kalan birşeyler vardır bu hayatta.
Kiminden eser, kiminden isyan… Kiminden iyilik, kiminden kötülük… Kiminden söz, kiminden sükut… Kiminden ağıt, kiminden menkıbe… Kiminden hayat, kiminden ölüm… Kiminden şükür, kiminden pişmanlık…
Hal ve mazi yaşanmışlığın izleriyle doludur…
Elbette ki bu “büyük fotoğraf” insanlığın halidir, seviyesidir, aklıdır, ruhudur, hafızasıdır.
Yaşanmış olan, insanın hem eylemidir hem de eseri.
Bu eylem ve eserden teşekkül eden “hayat hafızası” da çoğu zaman tazedir.
İyisiyle kötüsüyle mazi insanın peşini bırakmaz.
Kimi zaman hata ve günahlardan bir “ah” feryadıyla yükselir insanın sesi…
Kimi zaman da sürur, şükür, huzur getirir bugüne mazi…
İnsan yaşadıklarıyla kaybeder ve insan yaşadıklarıyla kazanır…
Şüphesiz her insanın yaşanmışlıktan kaynaklanan bir hafızası vardır ve orada bir “birikim” sözkonusudur.
Biliyoruz ki insan hem kendine aittir, hem de insanlığa…
Yani, insan hem kendinden sorumludur hem de insanlıktan…
İnsan biriktirir, çünkü insan yaşarken, duyar, hisseder, konuşur, tepki verir, etkiler, etkilenir…
Her insanın sergüzeşti hayatı ötekinden farklılık arzeder ama insanın yapıp ettikleri “insanlık havzasında” toplanır…
Yollarımız, mücadelemiz, azmimiz, irademiz, imtihanlarımız, ikramlarımız farklılık gösterse de gittiğimiz yer aynıdır.
İnsan ne olursa olsun, insan ne yaşarsa yaşasın, insan nasıl yaşarsa yaşasın, insan nerede yaşarsa yaşasın, insan arınmak ister.
Sık sık kalbinden, kalbimizden geçer bu duygu.
Herkes pişmandır hayatta.
Ömrünü heder eden de pişmandır, kendisini bir hiç uğruna tüketen de pişmandır.
Fani hayatı baki zanneden de pişmandır, öfkesinin esiri olan da pişmandır.
Fakat hayatının en küçük anını dahi israf etmeyen de pişmandır.
Şükreden de pişmandır, sabreden de… Bilende pişmandır bilmeyen de…
Birincidekiler, cehaletin, bilgisizliğin, nankörlüğün, tükenmişliğin, yolda kaymışlığın, insan kalamamanın, hedefe varamamanın pişmanlığını yaşar.
Bu “negatif pişmanlıktır”.
İkincidekiler ise, nimet vereni bulduğu, Onun huzurunda yaşadığı ve yaşatıldığını gördüğü, korunup kollandığını hissettiği ve esirgenip bağışlandığını idrak ettiği halde, şanına yakışır şükrü sergilemekte acizlik hissetme pişmanlığıdır.
Bunlarınki de “pozitif pişmanlıktır”
Negatif pişmanlık, son pişmanlıktır ki hiçbir fayda vermez, pozitif pişmanlık ise insanı yükselten bir arayıştır, faydası çoktur…
Hepimizin önünden bir hayat geçiyor, gidip maziye demirliyor.
Ve aynı anda hepimizin hayatından bir mazi geçiyor.
Hayat ve mazinin tesirinde biz hem bir istikbal hem de bir mazi adayıyız.
İnsan olduğumuz kadar da insanlıktan yanayız…
Bugünkü “büyük insanlık manzarası” da bizim eserimizdir.
Mazisiyle, atisiyle sorumluluk bize aittir.
Sorumlu ve suçlu insandır… Ve her insan pişmandır…
Yeri asla yaramayacağı, boyu dağlara erişemeyeceği halde yeryüzünde böbürlenerek yürüyen insan pişmandır.
Kibirliliği alçak gönüllü olmaya tercih eden insan pişmandır…
Kendini muktedir zannedip de ölümlü olduğunu unutarak kendini abartan insan pişmandır…
Ölümden korkup da ölümü yok etmeye çalışan insan pişmandır…
Ölüm sonrasına hazırlık yapmayan insan pişmandır…
Ölümden nasihat almayan insan pişmandır…
Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini çabucak unutan insan pişmandır…
Hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğine inanarak her şeye hakim olmak için uğraşırken hayatı yaşanmaz hale getiren insan pişmandır…
Çaresizlik tuzağına düşen, her durumda ve her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkaran insan pişmandır…
Derdi ve davası olmayan insan pişmandır…
Yaptığı iyiliği büyük görüp başa kakan ve iyiliklerini anlatarak onları kıymetsizleştiren insan pişmandır.
İyiliği karşılık beklemeden yapmayan insan pişmandır…
İyilik yapma imkanı önüne kadar geldiği halde iyiliğe eli varmayan insan pişmandır…
İnsanları hor ve hakir gören pişmandır…
Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek arkadaşlarını kendinden uzaklaştıran insan pişmandır…
Kendisine bir kötülük yapıldığında hemen karşılık veren insan pişmandır.
İnandığı gibi yaşamayan insan pişmandır…
İnsanları kendisinden uzaklaştıran ve gittikçe bencilleşen insan pişmandır…
Dua alamayan insan pişmandır…
Tevazuu unutan insan pişmandır…
Öfke ve ihtirasın esiri olan insan pişmandır…
Yalana göz kırpan insan pişmandır…
Önyargılarla fikri ve ruhu kapanmış insan pişmandır…
Beğeni duygusunu sürekli kendine yönelten insan pişmandır…
Nefsinden razı olan insan pişmandır…
Heva ve heveslerini kendine ilah edinen insan pişmandır…
Hak ve adalet duygusunu yitirmiş insan pişmandır…
Günahtan ve hayatını israf etmekten çekinmeyen insan pişmandır…
Aklına geleni söyleyen, sözü tartmasını bilmeyen insan pişmandır…
İnsan olmanın vazgeçilmez prensiplerini küçük çıkarlar için feda eden insan pişmandır…
İnsanlara güven vermeyen insan pişmandır.
Gösteriş yapıp hayra da mani olan insan pişmandır…
Merhamet etmeyen insan pişmandır…
Aklını, kalbini işletmeyen insan pişmandır…
Kendinden iyi durumda olanlara bakıp üzülen insan pişmandır…
İmkanlarını insandan yana kullanmayan insan pişmandır.
Vermeyi almaktan daha büyük bir ihtiyaç görmeyen insan pişmandır…
“Anlamaktan” vazgeçip, bütün gücüyle “anlaşılmaya” odaklanmış insan pişmandır.
Allah’tan korkmayan insan pişmandır…
Allah’tan hakkıyla korkmayan insan da pişmandır…
Günah ve hatasını bildiği halde tövbe etmeyen insan pişmandır…
Yaşarken vicdanının sesini duymayan insan pişmandır…
Bilen de pişmandır bilmeyen de… İnanan da pişmandır inanmayan da…
Peki sizin pişmanlığınız hangisi?
Ne kadarı pozitif pişmanlık, ne kadarı negatif pişmanlık.
Bir soru daha; Hangi pişmanlıklarınızdan pişman oldunuz da kurtuldunuz, insanın düştüğü yerden kalkmasına ve insanlığın huzur arayışına nasıl bir katkınız oldu?
Kuran diyor ki; Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (onlar ziyanda değillerdir).
Bakın ki sayamayacağımız kadar çok pişmanlık içindeyiz.
Ya sayacak kadar az olsaydı pişmanlıklarımız.
İnsanın halleri ve “büyük insanlık tablosu” daha iyi olmaz mıydı.
Pişmanlıklarımızın bedelidir; insanlığın huzursuzluğu ve sürüp giden tedirginliği.
Her insan pişmandır ama hangi pişmanlıklar hala işe yarar.
Her insandan geriye kalan bir iz vardır bu hayatta.
Hepimizden geriye kalan ortak şeydir pişmanlık. Bazı pişmanlıklar yapıcıdır, bazıları yıkıcı.
Yapıp yıktıklarımızla elde kalan insandır…Af ve merhamet bekleyen insan…
      
MEHMET GÜNDEM

5 Yanıt

  1. Allah c.c. razı olsun gülbeyaz ablam çok güzel öz ve hemen hemen tüm pişmanlığa götüren yanlışları özetleyen bir yazı Mehmet Gündem abinin yüreğin sağlık.paylaştığınız için mevlam daimen ebeden razı olsun inşallah…selam sevgi ve dua ile

  2. O´na c.c. dönsün yüzün O’na Dönsün YüzünSevgilinin sevdiklerine yol bulup varamadığında oraya bakıp bakıp iç geçirmek, O’nu anmak, anmak ve yanmak… Bir kez varınca iştiyakla el vurup, yüz sürüp döne döne, yana yana ağlamak… İşte sevmek böyle bir şey… Sevmek başka bir şey, anlatılmaz.İnsana öyle şeyler yaptırır ki akıl almaz.O ateş düşmeye görsün yüreğine, sel önüne düşmüşsün gibi sürükler seni.Durup dururken ağlatır insanı, ufuklara baktırır uzun uzun.Kim koyar bu sevgiyi içimize? Kim kanatlandırır bu yüreği?Göremediğimiz, tutamadığımız duyguları sıcak su gibi bütün zerrelerimize indiren kim?O bize bizden yakın, bizi bizden çok seven biri. Sevginin, sevgiyle çarpan kalplerin yaratıcısı; en sevgili.Kalbinde kim var aklından neler geçer, hepsini bilen, sen unutsan da asla unutmayan sevgili…O’na iman, O’nun sana sevgisine karşılık demek. İman gönül demek, sevda demek, aşk demek…Bu aşk neler yaptırır adama, nerelere götürür? O’nun sevdikleri, değer verdikleri nasıl kıymet kazanır gözünde… O’nun sevdasına, O’nun dünyalara değişilmez hatırına ne yönelişlerdir onlar… O’nunla ahdine vefa, O’na sadakat, O’na boyun eğiş…Sevgilinin sevdiklerine yol bulup varamadığında oraya bakıp bakıp iç geçirmek, O’nu anmak, anmak ve yanmak…Bir kez varınca iştiyakla el vurup yüz sürüp döne döne, yana yana ağlamak… İşte sevmek böyle bir şey… Mehmet ISIK selam ve dua ile gülbeyaz ablacığım kalbi muhabbetle

  3. Hesapla Hadi!…Seni yoktan var eden,hayatın için hiçbir şey ödemeksizinsana verdiği bunca nimeti hesapla…Hesapla hadi!..Her yeni gün yeni bir hayat,Her yeni güneş yeni bir umut, yeni bir başlangıç…Ve her doğan güneşle sana bu imkanı verenekarşı olan şükürsüzlüğünü hesapla!..O (c.c.) istemese ne nefes alabilir, ne de nefes verebilirsin.Akıl fikir erdiremediğin koskoca kainatı bir kenara koyup tek bir hücreyi düşün.Zerre kadar olan bir hücrenin içerisindeki işlevleri bile anlayamıyorsun, beynin duruyor.Ne kadar aciz olduğunu hesapla!..Ve bütün bu nimetlere ne kadar az şükrettiğini,Rabbinin emirlerini ne kadar yerine getirdiğini,işlediğin onca günahı hesapla…Hesapla hadi!..Ve hesaba katmadıklarını hesapla…Hesap günü gelmeden hesapla tüm bunları!..Ancak hesabı yaparken Rabbinin merhametini de kat hesaba ki,yeise düşenlerden olmayasın…Asla ümidini kaybetme, çünkü senin Rabbin o kadar yüce, o kadar merhametli ki…Kendine bir adım yaklaşan kuluna O (c.c.) on adım yaklaşır…öyle yüce ki, „iste kulum“ diyor. istememizi istemeseydi istemeyi verir miydi bize?!O halde o rahmeti bol Padişahın kapısını çal, tevbe et, af dile!..selam ve dua ile gülbeyaz ablacığım

  4. Sadece Bir Saat Yapma. Ne olur yapma. Öylesine acı ki sözlerin. Kalbini üzüyorsun. İnsanı en çok üzen kendisidir biliyorsun. Bir an dur. Hadi ama. Sadece bir an. Bir an içine bakmadan dışarıya bak şöyle bir. Dışardan kendine bakabilirsin ama. Kendini içinde boğulmaktan kurtulmalısın önce. Benliğin seni boğazlıyor baksana. Kendini benliğin yüceltmesinden kurtaracaksın önce. Nasıl mı? Kendini yüceltmeye çalışan istek ve arzularını, olmasını istediği şeylerin olmamasından kaynaklanan yakınmalarını parantez içine alarak.Olmadı mı? Peki, bir de şöyle denesen.. Bir saatliğine sızlanmaktan vazgeçemez misin? Tamam. Ne demek istediğimi biraz daha açmaya çalışayım. Bugün bir saat ayırıyorsun kendine. Sadece tek bir saat. Tamam kızma. Bir ânı bir saate çıkardığımın farkındayım. İşte bu tek saatte hiç sızlanmıyorsun. Hiç şikâyet etmiyorsun. Hiç mızmızlık etmiyorsun. Hiç tenkit etmiyorsun. Hiç beğenmemezlik etmiyorsun. Hiç ama hiç. Neyi mi? Her şeyi. Kendin dahil her şeyi. Bir saat sadece. Tek bir saat.Önce kendin çıkıyor karşına. Yoo. Susuyorsun. Benliğinin kalbine sapladığı o incitici sözlere bir saat aldırmıyorsun. Tek bir saat.Hava çok mu kötü? Bir saat boyunca, hava kötü yerine, hava sadece soğuk, diyemez misin? Ruhuna bir nefes aldıramaz mısın? “Allah’ım yarattığın soğuk havayı da sıcak havayı da seviyorum” diyemez misin? “Çok zor” diyorsun. Kabul ediyorum.Başın mı ağrıyor? Bir saat için başının ağrısından sızlanmayı kesip şükrediyorsun. Garip mi geliyor bu? Bir denesen. Başının ağrısına tebessüm ediyorsun. Karnın acıkıyor. Hiç şaşırmadım. Gerilince hep karnın acıkıyordu, değil mi? Hemen sığınmıyorsun yiyeceklerin o cezbedici tadına. Açlığın lezzetini tadıyorsun. Sadece bir saat. Baksana, açlığa şükretmek istiyor ruhun ve kalbin. İnsan olmanın başka bir halini tadıyorsun. Acizliği tadıyorsun.Üst kattaki ailenin çocuklarının gürültüsü geliyor. Sanki tepene biniyorlar gibi hissediyorsun. “Olsun” diyorsun. “Olsun varsın.” Çocukların ayak sesleri sana küçücük hayatların sesi gibi geliyor bir saat. İki sene sonra bebeğin ağlama sesleri koşarken çıkardığı gürültülere dönüştü, öyle mi? İlginç geliyor bu sana. Bir saat de olsa ilginç geliyor. Balkondaki çiçeklerin değişimi kadar ilginç. Ürkütücü bir sessizlikte yaşamak ister miydin? Bence de istemezdin. Gürültüye bile şükretmen ne güzel.“Ama!”Amalar yok bir saatin içinde. Varoluşuna sımsıkı sarılıyorsun. Varlığının şimdiki haline. Şikâyet yok. Baksana, on dakikası geçti bile.Sözler mi? Şuradan buradan, ondan bundan duyduğun seni inciten sözler mi yankılanıyor kalbinin kuytu köşelerinde? Buna rağmen bir saat içinde “Allah’ım, her şey ama her şey için Sana şükrediyorum” demeye mi çalıştın? Bak işte oluyor. Kalbin ne çok sevindi. Ruhuna sanki melekler dokunuyor.İşte bak, şimdi sen sen oluyorsun. Sen. Kâinatın gözbebeği. Varoluşun seyircisi. Kâinatın en çok merhamet edilen misafiri. Kalbinden çıkan ses dudaklarında sözcüklerle O’nun arşına yükseliyor: “Allah’ım, Senden sonsuz memnunum. Senden razıyım.” Biraz önce kainatın en önemli cümlelerinden birini kurdun farkında mısın? Kalbin ağladı ağlayacak. Sevinçten.Yarım saat mi geçti? Tamam. Geçsin. Yeter ki böyle geçsin. Yeter ki O’ndan sonsuz razı olarak geçsin.Başka amalar mı geliyor zihnine? Hayatta mahrum olduğun şeyler geliyor, değil mi? Ooo. Peki. ‘Ama’lara teslim olmuyorsun bir saat. Tek bir saati benliğinin arzularından kurtaracaksın. “Şükretmem lazım biliyorum ama!” Hadi ama. Tek bir saat ‘ama’ yok. Sahip olmadıklarını düşüne düşüne, sızlana sızlana kalbini kasvete sürüklediğin tüm yoksunluklarına rağmen ‘Ben Senden razıyım’ diyorsun. Bak, oluyor.Bir saatte sana verdiklerinden ve vermediklerinden dolayı O’ndan razı olmak ne mi ki? Biliyor musun, bırak tek bir saati, O’ndan bir ‘an’ bile razı olmak sonsuzluk demektir.Süre doldu öyle mi?Bir gün de bir melek gelecek ve ‘süre doldu’ diyecek, biliyorsun.Mustafa Ulusoy selam ve dua ile can gülbeyaz ablacığım

  5. Şüphesiz ki (bir de hayırda gayret gösteren) o kimseler (de var) ki, onlar Rablerinin azabından korkarak titreyenlerdir.Hem o kimseler ki, onlar Rablerinin ayetlerine iman ederler.Yine o kimseler ki, onlar Rablerine ortak koşmazlar.Ve o kimseler ki, şüphesiz onlar Rablerine dönecek kimseler oldukları(nı bildikleri) için, verdikleri şeyleri kalpleri ürpererek verirler.İşte bunlar, hayırlı işlerde koşuşurlar ve onlar bunlarda (o hizmetlerde) sabikun (önde gidenler)dir.Biz kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutmayız ve katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır; onlar haksızlığa da uğratılmazlar.Mecalim kalmıyor anınca adını, yüzlerim kızarıyor, ellerim titriyor. Bir selamını duysam yanardı bağırlarım, bir yüzünü görsem dökülürdü pınarlarım. Gecenin koynuna sordum adını, yüreğimin derununa gizledim sevdanı, bir ahım da duydum sedanı, yollarımı sana çevirdim, gönlüm sana yandı.Müjdelerini duyunca eridim, yandım. Firkatinin ateşi yaktı ciğerimi. Korktum ve titredim. Ancak liyakatsizliğim eritti bedenimi. Dün oradaydım bugün burada, koşuyorum her yere; adını duymak, sevdana yanmaktır dileğim. Nurunla aydınlatır mısın karanlık gözlerimi?Secdelerim hep bir yakarıştır. Günah denizinde yüzerken bir af sedası duyar mıyım acep?Kokladığım güllerde aradım seni ve bir salâvat getirdim, güzelliğine müptela olup ta versem oracıkta ruhumu emanetçiye.Bir feryad geldi ki içinde adın gizli. Geçip te kendimden kondurdum güvercinleri yollarıma. Gecenin koynunda zikirle coşan körpe bedenlerde adın anılır, yakarım bağrımı ve yanarım her kalkışta. Sen ne merhametlisin Eyyy!!Durup durup sana baktım ve şu âlemde göremezsem seni, gönlümü, gözümü dolduramazsam seninle, göçüp gidemiyorsam adın uğruna. Yoksa bu gönülde ağyarlar mı gezer?Koşamıyorsam, tutulmuşsa ayaklarım ve kurumuşsa dudaklarım, ararım, bulur koşar gelirim kapına.Şu âlem sana yanıyordu da bir ben yanamadım. Âlem seni andı geceler boyu da ben anamadım. Gök kubbe sana döndü de bir ben döndüremedim yüzümü. selam ve dua ile can gülbeyaz ablam

Yorum bırakın